Vapura biner binmez tüm gün sıcaktan bunalmış olmanın etkisiyle ve insanlardan olabildiğince uzak olabilmek için kendine has tasarımıyla diğer vapurlardan farklılaşan Paşabahçe’nin pruva tarafına doğru kendini attı. Bu saatte bindiği bir vapurda yalnız olmayı bekleyecek kadar Pollyannacı değildi belki ama etrafında bu kadar insanın da olmayacağını umuyordu. Aslında Simeon sayesinde en azından onun önerisiyle, Voltaire’in “Candide” adlı eserini okuduğundan beri Leibnizci iyimserliğin çok daha gerçek hayat karşısında ezilen ve pejoratif anlamda eleştirilmesi gereken bir kavram olduğunu bilmekteydi. Pollyanna nihayetinde çocuklar için yazılmış bir edebi eserdi ve Pollyanna da bir çocuk karakterdi. Ancak Voltaire’in romana adını veren Candide adlı karakteri ise Profesör Pangloss tarafından doktrine edilen ve “Tout est pour le mieux dans le meilleur des mondes possibles” (Mümkün olan dünyaların en iyisinde her şey en iyisi içindir) ifadesinde hayat bulan anlayış ile yetiştirilmiş bir genç adamdı.
Mahir, Simeon’a bu kadar kusurlu bir dünyanın nasıl her şeye gücü yeten ve her şeyi bilen bir Tanrı tarafından yaratılmış olabileceğini sorduğunda aldığı cevap klasik bir teodise yaklaşımının tezahürüydü. Teodise, dünyanın görünürdeki kusurlarını, mümkün olan tüm dünyalar arasında en iyisi olduğunu iddia ederek haklı çıkarmaya çalışır. “Mümkün olan en iyi ve en dengeli dünya bu içinde yaşadığımız olmalıdır, çünkü daha iyi bir dünya bilinebilseydi ya da var olması mümkün olsaydı kusurlu bir dünya yaratmayı tercih etmeyecek olan, her şeye gücü yeten ve her şeyi bilen bir Tanrı tarafından yaratılmış olurdu. Gerçekte, bu dünyada tespit edilebilen belirgin kusurlar mümkün olan her dünyada var olmalıdır, çünkü aksi takdirde Tanrı bu kusurları dışlayan bir dünya yaratmayı seçerdi.”, demişti Simeon.
Mahir’in eleştirilerine asla Candide karakteri hedef olmamıştı, Candide iyimserliğin kurbanlarından biri olmuş ve acı dolu dünyayı tam da doğasına yakışan bir kederle tanımıştı. Dolayısıyla Mahir kendini hatta çoğu zaman da Candide ile özdeşleştirmişti. Mahir, kendisine gereksiz bir ümitsizliğe kapıldığı eleştirisini yapanlara, romanda bir Türk’ün ağzından aktarılan ve Candide’in başkalarının işine karışmadan ve kendi işine başkalarını karıştırmadan hayat sürmeleri gerektiğini anlatan “il faut cultiver notre jardin” (kendi bahçemizin ekip biçilmesi gerekir) ifadesini, biraz da onların anlayabilecekleri bir dille aktarırdı. Dolayısıyla ortada bir ümit kavramı yoksa bundan türetilen herhangi bir kavram da anlam ifade etmeyecekti.
Belirli bir zaman önce alındığı belli olan takım elbisenin içinde, bu kıyafet alındıktan sonra kilo aldığı aşikar biçimsiz vücuduyla 40’lı yaşların başında bir adam gelip yanına oturmuştu. Tüm gün kliması olmayan bir ortamda çalışmış olduğunu tahmin etmek açık havada olmalarına rağmen adamdan yayılan ekşi ter kokusunun burnunun direğini sızlatmış olmasından dolayı pek de zor olmamıştı. Adamın elinde oldukça eğreti duran, oldukça tahriş olmuş durumdaki kahverengi deri çanta kucağından düşmüş ve çantayı almak için yere doğru eğildiğinde korkuluklar ve koltuklar arasında kalan dar alanı tamamen kapatmıştı. Biçimsiz vücut yapısı atik hareketler yapmasını engelliyor, eğildikçe gömleğin defalarca yıkanmaktan dolayı yıpranmış kumaşı ipleri bir arada tutan son direnç noktalarını zorluyordu.
O sırada bahsedilen koridorda göz ucuyla adamın debelenmesini izleyen Mahir, yanında oturan adamın olabilecek tüm özelliklerine acımasızca muhalefet eden ve kendisinin yapacağı herhangi bir seçim sonucuna göre mutlak iktidara sahip olmasını tüm benliğiyle isteyeceği o kadını gördü. Bir Antik Yunan sütununu saran yivler gibi bir mermere dolanan sarmaşık misali uzanan iplerle sabitlenmiş, çiçek detaylarıyla süslenmiş bir çift modern yorumlanmış Yunan sandaleti giymiş olan kadın umarsızca adamın önünden çekilmesini ve yolu açmasını bekliyordu. Kadının varlığını fark edince adamın eli ayağı iyice birbirine dolanmıştı. Bu nahoş gecikmenin bir an önce bitmesini isteyen Mahir adama yardımcı olmuş ve çantasını alıp doğrulmasını sağlamıştı. Kadının varlığının tek etkisi bu değildi elbet.
Mahir yanındaki adamdan rahatsız olmak ve denizin huzur veren maviliğine dalmak arasında yapacağını düşündüğü tercih ikilemine bir unsurun daha dâhil olmasından genelde bu tercih sürecini uzatmak dışında etkisi olmayan bir katkısı olmadığından hoşlanmasa da bu istisnai durumlardan biriydi. Yolculuğu boyunca rahatsız etmeyeceği inancıyla belirli bir mesafeden gözlemleyebileceği ve üzerine betimlemeler yapacağı bir fantastik hikâyenin ana kahramanıydı bu kadın. Genzi yakmayacak ancak kendi varlığını tüm notalarıyla ortaya koyacak bir parfüm kokusu geldi burnuna kadın yanından geçerken. Fildişi düğmeleriyle bezenmiş ekru renginde ipek bir gömlek ve kadife mavi bir etek giymişti. Ekru renginde ipek ifadesi Mahir’in garibine giderdi zira ipek zaten herhangi bir ağartılma işlemine tabii tutulmadığında bu renktir ki zaten “écru” Fransızca’da “işlenmemiş, ham” anlamına gelmektedir.
Mahir oldukça ayran gönüllüydü ve her ne kadar âşık olmanın bu kadar sık tekrarlanabilecek bir olgu olduğunu düşünmese de insanlardan inanılmaz bir hızla ve şiddette etkilenebiliyordu. Zihnindeki kontrol listesindeki maddelerin varlığı ve/veya yokluğu ile karar veren yapay bir algoritmaya dönüşüyordu karar verme süreci. Belirli varlıklara iflah olmaz derecede anlam atfediyordu. Bu varlıkları bağlamı dışında değerlendiriyor ve her birinde ayrı bir töz olduğuna inanmaktaydı. Bu çeşitli zaman aralıklarında kendi özünü yok saymaya kadar gidebilmekteydi. Ancak bunun zihninde idealize ettiği bir durum olduğunu Mahir’i tanıyan herkes söyleyebilirdi. Çünkü hayatın gerçekleri ile yüzleştiğinde Mahir kendi ideallerinden bir anda uzaklaşabilecek bir korkaktı. Kadın, Mahir’in onu görebileceği ama ne konuştuğunu duyamayacağı bir mesafede telefonla konuşurken bir anda hareketlerini hızlandırdı ve vapurun iç bölümüne doğru geldiği yoldan geri girdi. Bu noktadan sonra artık sadece Mahir’in zihinde varlığını sürdürecekti. Candide, Lizbon Limanı’nda boğulan birini kurtarmaya çalışırken kendisi boğulan birinin durumu karşısında neden bu kahramanı kurtarmak için çaba harcamadığını Pangloss’a sorduğunda, limanın onun boğulması için yapıldığı cevabını almıştı. Mahir’e şu anda herhangi biri sorsaydı, Paşabahçe vapurunun o kadının kendi zihninde imgesi için yapıldığını söyleyebilirdi şu anda Mahir. Ve tıpkı eleştirdiği Pangloss gibi, Mahir olanları akışına bırakmıştı koşulsuz teslimiyet edasıyla. Mahir de tıpkı hepimiz gibi farklılıklardan hoşlanmıyordu ama ve ancak yine hepimiz gibi en çok kendine benzeyenlerden nefret ediyordu.
