Kanlı Kilise (II. Bölüm)

Simeon, Mahir’in meşgul olduğunu görünce ve içeride başka hiç kimsenin de olmamasını fırsat bilerek ikonostasiste bulunan kutsal kapıdan sunağın olduğu kısma geçmişti. Burada cebindeki telefonu kontrol etti, beklediği mesaj gelmemiş görünüyordu. Sunak ya da sunak masası genel olarak diğer Ortodoks sunakları gibi kare şeklindeydi. Üzerinde zemine kadar uzanan sırmalı ipek kumaştan bir örtü bulunmaktaydı ancak bir sayeban bulunmamaktaydı. Masanın ortasından arka tarafa doğru gidildiğinde Efkaristiya ayini için saklananların bulunduğu kutsal bir kutu bulunmaktaydı. Kutu minyatür bir kilise şeklindeydi ve gümüşten yapılmıştı. Bunun önünde Müjde (İncil), iliton adı verilen eflatun renkte ve yine altın sırmalarla kenarları işlenmiş bir kumaşın üzerinde yer alıyordu.

Sunağın arkasında, Kudüs’teki tapınağın yedi ışığını hatırlatan yedi kollu bir şamdan vardı. Eski Ahit’te geçen ve Musa’nın kullandığına inanılan menora saf altından yapılmıştı. Simeon gözleri şamdana takıldığında Eski Ahit’in ilgili bölümüne sayfaları karıştırarak buldu ve tam olarak şunlar yazıyordu:

Exodus Kitabı 25:31-40

“31 Saf altından bir kandillik yap. Ayağı, gövdesi dövme altın olsun. Çanak, tomurcuk ve çiçek motifleri kendinden olsun.

32 Kandillik üç kolu bir yanda, üç kolu öteki yanda olmak üzere altı kollu olacak.

33 Her kolda badem çiçeğini andıran üç çanak, tomurcuk ve çiçek motifi bulunacak. Altı kol da aynı olacak.

34 Kandilliğin gövdesinde badem çiçeğini andıran dört çanak, tomurcuk ve çiçek motifi olacak. 3

5 Kandillikten yükselen ilk iki kolun, ikinci iki kolun, üçüncü iki kolun altında kendinden birer tomurcuk bulunacak. Toplam altı kol olacak.

36 Tomurcukları, kolları tek parça olan kandillik saf dövme altından olacak.

37 “Kandillik için yedi kandil yap; kandiller karşısını aydınlatacak biçimde yerleştirilsin.

38 Fitil maşaları, tablaları saf altından olacak.

39 Bütün takımları dâhil kandilliğe bir talant saf altın harcanacak.

40 Her şeyi sana dağda gösterilen örneğe göre yapmaya dikkat et.”

Simeon, Kutsal Kitap’ta atıfta bulunulan herhangi bir nesne ya da kavram aklına geldiğinde, çevresinde basılı bir Kutsal Kitap bulunuyorsa mutlaka o atfın yer aldığı pasajı açıp okumayı küçüklüğünden beri bir alışkanlık haline getirmişti. Bunun hem hafızasını tazelediğini düşünüyor hem de Tanrı’nın esini ile yazılmış bir metni yüzünden okumanın imanını tazelediğini düşünüyordu.

Şamdanın da arkasında görkemli bir haç bulunmakta ve bu haçın her iki tarafında altı kanatlı Serafim’i temsil eden ayin yelpazeleri bulunmaktaydı. Simeon en etkileyici Serafim görsellerini genç bir papazlık okulu öğrencisiyken Selanik’ten İstanbul’a geldiğinde gezdiği Aya Sofya Kilisesi’nde görmüştü. Yelpazeler önceleri Katolikler tarafından da kullanılmaktaydı fakat günümüzde ancak bir Ortodoks kilisesinde bulunabilirdi. Bu yelpazeler geleneksel olarak metal, deri, ipek, parşömen veya tüylerden yapılmış olabilirdi ancak Simeon’un görevli olduğu kilisede bulunan yelpazelerin hepsi metaldi. Günümüzde sembolik bir anlamı olsa da geçmişte sinekleri ve böcekleri; İsa’nın bedeninden, kanından ve rahipten uzak tutmak için kullanılmıştı. Bununla birlikte hayvansal ürünlerin ve para ya da değişim aracı olan herhangi dünyevi bir zenginlik biriminin sunakta bulundurulması yasaktı. Rahip veya piskoposun kutsaması olmadan hiç kimse sunağa giremez ve orada hizmet edenler yüzük ve küpe gibi takılar takmazdı.

Simeon’un beklediği mesaj da yine aslında kaynağını Yeni Ahit’in geniş bir pasajından almaktaydı. Yıllar önce İstanbul’a gelme nedeni de tam olarak buydu. Ait olduğu klik için İstanbul geleneksel Ortodoks Hristiyanlığında olduğu gibi “primus inter pares” (eşitler arasında birinci) idi. Tüm planlamalar İstanbul’da yapılır ve dünyanın farklı yerlerindeki mensupları tarafından gerçekleştirilirdi. Üst yöneticinin -ki Simeon kim olduğu konusunda hiçbir şey bilmiyordu- ve Diyakozlar Kurulu tarafından yapılan Gematria çalışmaları sonucunda yedi kilisenin meleğine verilen müddetin dolduğuna kanaat getirilmişti. Yıllardır olgunlaşan plan yakın bir zamanda uygulamaya geçecekti.

Klik, Yeni Ahit’teki mesajların tarihsel değil zaman ve mekânı aşkın olduğunu düşündüklerinden geleneksel metin okumaları oldukça farklılaşıyordu. Yeni Ahit’te bahsedilen yedi kilise kitaptaki sırasıyla Efes, İzmir, Bergama, Tiyatira, Sart, Filadelfiya ve Laodikya’dır. Ancak kliğin yaklaşımı bunların coğrafi yerler olarak algılanmaması ve bu kiliselerin mesaja nail olmasının ardında yatan sebeplerin görüldükleri yerde engellenmesi şeklindeydi. İsa Mesih tabii ki sözünü yerine getirmiş ancak İblis ve yeryüzündeki ortakları o günden bu yana boş durmamıştı. Bu yerlerin günümüz dünyasında nerelere denk geldiğini kendi kehanetleri, üyelerden gelen raporlar ve bunların çapraz kontrolü neticesinde tespit ettiklerini zannediyorlardı. Belirledikleri yerlere tebliğlerde bulunmuşlar ancak herhangi bir değişiklik gözlemlememişlerdi. Söz ile yapılan davetin sonuna geldiklerini ve artık Tanrı’nın Kılıcı’nın burada günümüzde yaşayan meleklere yardım için İsa Mesih’in tehdit ve vaatlerini yerine getirmek için harekete geçmesi gerektiğini düşünmüşlerdi.

Hazır elinde Kutsal Kitap varken, Simeon ilgili bölümü açtı ve daha önce binlerce kez yaptığı gibi yedi kiliseye seslenilen ayetleri hem ezberlediği için zihninden geçirdi yazılanları hem de zihniyle kanon yapıyormuşçasına kısık sesle okudu. Sırasıyla bakıldığında; Efes’teki kilisenin meleği sahte elçilere ve onların yanıltıcı mesajlarına kanmamasından dolayı övülmüştü ve acılara karşı dayanıklılığı ve yılmazlığı belirtilmiş ancak son zamanlarda başlangıçta yaptıklarından uzaklaştığı konusunda uyarılmıştı. Tövbenin gerekliliği ve tövbe etmediği takdirde gelip kandilliğinin yerinden kaldırılmasıyla yani kilise işlevinin elinden alınmasıyla korkutulmuştu. “Buna gerek kalmayacak, Yüce Efendimiz. Senin gerçek imanlıların olarak biz Tanrı’nın sözünü yerine getireceğiz.” diye içinden geçirdi.

İzmir’deki kilisenin meleği ise zindana atılacağı konusunda uyarılmış ve on günlük bu cezanın sınanması için İblis tarafından planlanacağı haberi verilmiştir. Tüm bu sıkıntılara rağmen ölüm pahasına sadık kalması istenmişti. Bu İbrani tarihinde aslında birçok peygamberde aranan bir özellikti. Yusuf da Firavun tarafından zindana atılmıştı. Züleyha’nın iftirası buna sebep olmuş olsa da Tanrı’nın kendine özgü iş görme yöntemleri her zaman olayların görünen bir sebebi olmasını sağlardı. Ancak temel sebep Tanrı’nın buna izin vermiş olmasıydı. Yusuf’un rüyaları tabir etme yeteneği Simeon’da yoktu ama Tanrı’nın emrine karşı gelmiş birini tanıma için buna ihtiyaç da yoktu. Hapse atılmak ile ilahi emre uymamak arasında dünyevi zorluklardan dolayı kim Tanrı’ya karşı gelirdi ki? Tabii ki bir imansız ancak bunu yapabilirdi ve bir imansızın imanlıların lideri olması kadar tehlikeli çok az şey vardı.

 Yeni Ahit’te Bergama, Şeytan’ın yaşadığı yer olarak belirtilmiş ve buradaki cemaatin zor günlerdeki imanı övülmüştür. Ancak putlara sunulan kurban etlerini yiyen ve fuhuş yapmaları konusunda aldatılan İsrailoğulları gibi aralarında Nikolas yanlılarına inananların olduğu ve İsa Mesih’in bu durum devam ederse tez zamanda kılıçla onlara karşı savaşacağı konusunda korkutulmuşlardı. Kitapta bahsedilen Nikolas havariler tarafından ilk kez diyakozluğa atanan yedi kişiden biriydi. Ancak sonraları dinsel sapkınlıkla ve Gnostik Hristiyan bir cemaatin lideri olmakla suçlanmıştı. Ireneaus, Romalı Hippolytus, Salamisli Epiphanus, Sevillalı İsidore ve Theodoret tarafından yazılan eserlerde hakkında bazı bilgiler verilmişti. “Geçmişi ne olursa olsun.”, diye düşündü Simeon, “Bir kişi bir kez yanlış yola saptığında onun için geri dönüş çok zordur. Yanlış bir kere yapıldığında, öncesinde ne kadar uzun süre doğru yaptığının bir önemi kalmaz.”. Bu belki herhangi biri için çok katı bir düşünme tarzı olarak görülebilirdi. Ancak Simeon için bu üzerinde düşünülerek zaman harcanacak bir ikilem oluşturmaktan çok uzaktı. Tek doğrusu olan biriydi Simeon. Simeon için tüm olasılıklar içinden bazı olasılıklar değil, Tanrı’nın kurduğu kusursuz plan zaman içinde gerçekleşiyordu.

Tiyatira’daki kilisenin meleği İzebel adındaki sahte bir kadın peygamberi hoşgörüyle karşılamakla itham edilmişti. Yine puta tapınma ve fuhuş konusunda bir aldatma faaliyeti yürüttüğünü ve İsa Mesih’in ona tövbe etmesi için süre tanıdığını; tövbe etmediği durumda İzebel’i yatağa düşüreceğini, onunla fuhuş yapanları büyük sıkıntılara sokacağını ve çocuklarını ise salgın hastalıkla ölüme gark edeceğini ifade etmişti. 

İzebel diye düşündü, Simeon. “İsrail kralı Ahab’ın karısı, kötü kalpli İzebel. Masallardaki kötülerin bile tüm o doğaüstü öğelerin varlığına rağmen ellerine su dökemeyecekleri İzebel” diye mırıldandı. Sinirden sıktığı çenesinden dolayı oldukça kısık bir ses çıkmasına rağmen duyan herkes bunun öfkeli bir ses tonu olduğunu anlardı. Simeon’un İzebel gerçek bir kişiyse de, İzebel muhtemelen onun gerçek adı değildi. Bugün adı ahlaktan yoksun, utanmaz bir kadınla eşanlamlı olan şeytani, putperest ve küstah bir kraliçeydi. Ahab’ın onunla evliliği, İsrail ile deniz yoluyla ticaret yapan Fenike şehri Sidon arasındaki ekonomik bağların sağlamlaşmasına yardımcı olmuştu. Zira İzebel, Saydalıların Kralı Etbaal’ın kızıydı. İzebel, putperest tanrı Baal’a tapmış ve kocasını, kralı ve dolayısıyla tüm İsrail’i aynı şeyi yapmaları için yozlaştırmıştı. Gücünü, kötülüğünü takip etmeleri için başkalarını etkilemek amacıyla kullanmıştı. İzebel’in şiddetli ölümü, Kral Ahab’a onun köpekler tarafından yenileceğini söyleyen İlyas tarafından kehanet edilmişti.

Sart’taki kilisenin meleği yaşayan bir ölü olduğu konusunda ihtar edilmiş, yaptıklarının Tanrı huzurunda tamamlanmadığı ve tövbe edip emir olundukları konularda gereğini yapması konusunda salık verilmişti. İsa Mesih tarafından beklenmedikleri anda ziyaret edilecekleri konusunda uyarılmış ve aralarındaki bozulmamış birkaç imanlının onunla birlikte beyazlar içinde yürüyeceği belirtilmişti. Cennet’in Krallığı’nda bulunanlar beyazlar içinde olacak diye düşündü Simeon ve gözlerini kapayarak zihninde canlandırmaya başladı. Bazen bu sahneyi rüyalarında da görüyor ama bir kâbus gibi sahneye giren, kırmızı giyinen ve kötünün yanlıları olduklarını düşündüğü bir grup koşarak gelerek beyaz giren kalabalığı korkutarak dağıtıyor ve geriye sadece birkaç kişi kalana dek oradan oraya koşturuyorlardı.

Simeon, “Kötü olmak insanlığın kaderi diyenlere inanma, kardeşim”, demişti Mahir’e bir konuşmalarında. “Kötü ilk günahı işlemesine neden olduğu andan bu yana,  insanları aslında o hiçbir şey yapmasa bile kendi içlerinde kötülük barındırdıkları konusunda kandırmaktadır. Tarihin farklı zamanlarında onun en az Tanrı kadar güçlü olduğunu iddia edenler de oldu. Kitaplara bakarsan bunlara Radikal Düalistler derler ama bana kalırsa düalist olduğundan sürece nasıl içinde ayrıştığı bu kâfirlerin beni hiç ilgilendirmiyor. Bir Ehrimen olmasa bile tarihte Lüsifer, Karanlıklar Prensi, Baalzevul, Mefistofeles, Sineklerin Tanrısı, Deccal, Yalanların Babası,  Molek ya da Satan olarak bilinen bu şeytan eninde sonunda yenilecek ve o gün ona inananlar tüm o şaşaanın nasıl yerle bir olduğunu görecekler.” Mahir, içinden geçirdiklerinin tamamını Simeon’a söylememişti. “Hepimiz dikkatli olmalıyız.”, demekle yetinmişti sadece. Tek kitabı olandan korkan ve rasyonalist olduğunu düşünen biriydi. Bu kiliseye olan takıntılı bağlılığı olmasaydı ve dolayısıyla sık aralıklarla buraya gelmesinin sorgulanmayacağını bilseydi, Simeon denilen bu sabit fikirli ile asla muhatap olmazdı.

Filadelfiya’daki kilisenin meleği belki de elindeki gücün azlığına rağmen gösterdiği direniş yüzünden övülmüştü. İsa Mesih, bu iradeyi göstermeye devam ettiği takdirde Yahudi olduklarını ileri süren ancak Yahudi olmayanları gelip ayaklarına kapanacak duruma getireceği vaadinde bulunmuştu. Birinin bir diğerinin ayaklarına kapanması, bilinen yazılı tarihin tamamında ayağa kapanan kişi için en üst düzeyde aşağılanma, ayaklarına kapanılan kişi için ise mutlak üstünlük anlamına gelmekteydi. Bunun insanlığın ortak bilincinde nasıl böyle bir karşılık bulduğu belki de çok az sorgulanmıştı. Simeon bunu okuduktan sonra sanki Tanrı’ya bakıyormuşçasına gözünü yukarı kaldırdı ve “Tanrım sana söz olsun ve Filadelfiyalı kardeşim sen de gönlünü ferah tut ki bu ikiyüzlüleri senin ayaklarının dibine sereceğiz.”, dedi.

 En sert eleştirinin ve gazap dolu mesajın muhatabı ise Laodikya’daki kilisenin meleğiydi. Ne sıcak ne soğuk olmakla itham edilmiş, keşke bir tarafa tam olarak intisap etseydin diye hitap edilmişti. Tam da bu yüzden dolayı, İsa Mesih, seni ağzımdan kusacağım demiştir. Orta yolda olmak ve tarafsızlık bizzat İsa Mesih tarafından lanetlenmişti. Kendini zengin zannetmekle ve ancak zavallı, kör ve çıplak olduğunu bilmemekle suçlanmıştı. Zengin olmak için İsa Mesih’in ateşi ile arıtılmış altın sahibi olmaktan bahsedilmiştir ki bu dünyevi altının tam aksidir. Çıplaklığı örtmek için beyaz giysiler alınması istenmiştir ki bu da şehirde özellikle ticareti yapılan kara yüne atıfta bulunarak söylenmişti ve ticaretten elde edilen zenginlik kötülenmişti. Körlüğünü gidermek için satın alması gereken merhem ise şehrin medikal alandaki ününe atıfta bulunmaktaydı. Bunları yaparsa esenliğe kavuşulacağı vaat edilmişti. Bunları günümüzdeki Laodikyalılar yapmayacak gibi görünüyordu ama Tanrı vaadini yerine getirmek için her zaman şahitler bulacaktır.

Yorum bırakın